29.2 C
Karabük
16 Nisan Salı 2024

Sadece 95 kuruş nakit para

Araştırmacı Eriş Ülger, ölümünün 76’ncı yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün, 10 Kasım 1938 sabahında gözlerini yumduğu Dolmabahçe Sarayı’nda tutulan ölüm terekesini açıkladı. Atatürk’ün mal varlığının tamamını devlete bağışladığını, üzerinde tek bir taşınmaz mal kalmadığını ifade eden Ülger, “Arkasında nakit para olarak 95 kuruş bırakmıştır” dedi.

Atatürk’ün binlerce karede poz verdiği, gözbebeği arazisi Orman Çiftliği’nde kurulan 1 milyar 370 milyon liralık saray israf tartışmalarını alevlendirirken, gözleri bir kez daha Atatürk’e çevirdi. Atatürk ve yaşadığı dönemle ilgili 10’dan fazla kitap yazan Eriş Ülger, anı ve belgelere dayanarak Mustafa Kemal’in, hayatı boyunca hiç parası olmadığını söylüyor. Ülger, “Atatürk ve İsmet İnönü örtülü ödeneği hiç kullanmadı. Bu iki ismin zamanında, özel bir bütçe yapılmadı” diye aktarıyor.

Eriş Ülger, zete’ye Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı boyunca nasıl yaşadığını, yoksulluk çekip çekmediğini ve ölüm anında Dolmabahçe’de tutulan terekeyi anlattı. Atatürk’ün mili mücadele sırasında annesi Zübeyde Hanım’ın, “Ekmeğimizi evde kendimiz yapıyoruz. Evin arka bahçesine ektiğimiz fidanların verdiği sebzelerle de karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Ama aylardır eve yağ ve et girmedi. Ahvalimiz budur” mektubuna verdiği yanıtı da anlattı. Ülger, bir dönemin özel ayrıntılarını bugüne şöyle taşıyor:

“EN PARALI OLDUĞU DÖNEM 1910-1912″

“Aile zaten mütevazı bütçesi olan ve o günün şartları içinde kıt kanaat geçinen bir ailedir. Baba Ali Rıza Bey’in vefatı ile aile baba gelirinden de olur.

15-16 yaşlar arasında arkadaşlarına ders vererek elde ettiği birkaç akçe ile okul masraflarını karşılamıştır. 18 yaşlarında iken daha önceleri ders verdiği Selanik’te kumandan olan Paşa’nın kızı, ilk ve son aşkı Hüzün’ü, hastanede ziyaret etmek için giderken dahi cebinde bir kırmızı gül alacak parası yoktu.

En çok parası olduğu günler 1910-1912 yılları arasıdır. Nedeni de çok basit. Sofya’ya ataşemiliter olarak atanmıştır ve muntazam maaşını almıştır. Eline geçen paranın yarısından fazlasınıda Selanikte bulunan annesi Zübeyde Hanım’a ve kız kardeşi Makbule’ye göndermiştir.

Salih Bozok’un kaleminden bir anı anlatayım. Sıkıntıda olan annenin adı: Zübeyde Hanım. Çözüm getiren evladın adı: Mustafa Kemal.

Rumların ve çetelerin geceli gündüzlü baskınları, halkı ve esnafı haraca kesmeleri, Zübeyde Hanım’ın Paşa’nın annesi olduğunun öğrenilmesi ve maddi sıkıntı, ailenin Selanik’te daha fazla yaşamaya devam etmesini imkansızlaştırmıştı. Gerçi Mustafa Kemal İstanbul’da iken annesini hiç ihmal etmemiş, imkanlar dahilinde hemen hemen her ay, anne kızın geçimini sağlayacak bir şeyler göndermişti. Çoğunlukla Ragıp Bey’in işlerinin kötü gittiği günlerde ve vefatından sonra…

KURTULUŞ SAVAŞI SIRASINDA TEK BİR MAAŞ ALMADI

Paşa’nın sırtında padişahın üniformasını taşıdığı zamanlarda, cebinde beş kuruş parası yoktu, üstünde nesi var nesi yoksa, yani Milli Mücadele sırasında da hiç şahsi parası olmamıştı. Serveti zaten yoktu. Kurtuluş Savaşı sırasında bir tek ay maaş dahi almamıştı. Zaten alacak para da yoktu. Ankara’da Meclis’teki mebusların maaşları bin bir müşkülatla oradan, buradan yardım ve ianelerle toplanıp ödeniyordu.

“ZÜBEYDE HANIM: EVE AYLARDIR TEK BİR YAĞ GİRMEDİ”

İşte bu günlerin birinde Zübeyde Hanım Selanik’ten Ankara’ya gelecek olan Recep Zühtü aracılığı ile oğluna ulaştırdığı bir mektupta şöyle diyordu: ‘…Paşa oğlum, burada geçim zorlaştı. Ekmeğimizi evde kendimiz yapıyoruz. Evin arka bahçesine ektiğimiz fidanların verdiği sebzelerle de karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Ama aylardır eve yağ ve et girmedi. Ahvalimiz budur.’

Bu mektup Paşa’nın eline ulaştığında Erzurum’daydı. Sivas Kongresi’nin açılışını Sivas Valisi’nin redingotuyla açan Paşa, nasıl ve nereden para bulup annesine gönderecekti. Uykusuz ve yoğun bir çalışmayla geçen gecelerin karanlığına bir de bu istek eklenmişti. Paşa’ya gelen her mektup, hele konu para ile ilgili ise mutlaka Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in rahlesinden (kontrolünden) geçiyordu. Bu nedenle Mazhar Müfit Bey konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa’dan önce bilgi sahibi olmuştu. Ne var ki Paşa’yı bu konuda rahatsız etmek istemiyor ve aklınca çözümler arıyordu.

Nihayet Paşa’nın uygun bir zamanını yakalayıp konuyu açtı: ‘Paşam, annenizin size yazdığı mektuptan haberdarım.’

‘Evet, Mazhar Müfit. Elde avuçta yok. Günlerdir gözüme bu nedenle uyku girmiyor. Bilmem ne yapabiliriz?’

‘Paşam, izin verirseniz, bizim kasadan bir miktar gönderebiliriz. Yüzbaşı Süleyman Bey ve arkadaşları bildiğiniz gibi beş gün önce aralarında topladıkları 1.000 lirayı Milli Mücadele’ye yardım olsun diye bağışta bulundular. Oradan bir şeyler gönderebiliriz.’

‘Müfit, sen ne diyorsun! O paranın bir akçesine el sürdürtmem. Hem o para bizim değil. Milletin parası… Ben başka çözüm bulurum.’

Aradan birkaç gün geçmişti. Mazhar Müfit Bey, Paşa’nın ne gibi bir çözüm bulacağını merakla bekliyordu. Arada imkan bulup sormak istemişti, ama bir türlü cesaret edemiyordu.

Bir gece geç saatlerde Paşa şekersiz kahvelerini yudumlarken, Mazhar Müfit Bey bütün cesaretini toplayıp, ‘Paşam, izin verirseniz zat-ı alinize bir şey sormak istiyorum.’

‘Soracağın sorunun ne olduğunu biliyorum dersem, inanır mısın?’

‘İnanmaz olur muyum? Aksi halde Samsun’a, siz değil ben çıkardım.’

Mazhar Müfit Bey’in bu esprisi Paşa’nın hoşuna gitmişti. Günlerdir yüzü gülmeyen Paşa artık gülüyordu.

‘Müfit, bulduğum çözümü soruyorsun değil mi?’

‘Evet, Paşam!’

Müfit Bey bir müddet cevap bekledi, fakat beklediği cevabı alamayınca tekrar sordu.

‘Nasıl bir çözüm buldunuz Paşam?’

‘Anneme, Recep Zühtü ile haber gönderdim. Annem hep derdi ki: Oğlum bu çıkının içinde benim ölümlüğüm var. Bu parayla cenazemi kaldırırsınız. Anneme, ben bir imkan bulana kadar bu parayı harcamasını, yetmezse evde paha eden birkaç şeyi satmasını söyledim.’

Mazhar Müfit gözyaşlarını Paşa’dan saklamak için başını öne eğmişti…

Bunun tek cevabı var: Beş kuruşu yoktu.

Falih Rıfkı Atay, Çankaya isimli kitabının 243’üncü sayfasında şöyle diyor:

‘Ankara’daki devlet, İstanbul’daki vükelanın aldığı maaşın dörtte biri ile kuruldu. Bu para ile kurulan başka bir devlet yok yeryüzünde. Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiği zaman (27 Aralık 1919) 1.200 lirası kalmıştı. Bu para da Meclis-i Mebusan’da görev alan mebusların harçlığı kadardı. Bu 1.200 lira da Sivas’da Yüzbaşı Süleyman Bey’in sağdan soldan toplayıp da, Paşa’ya savaş için verdiği paraydı. Bu para Kurtuluş Savaşı sonrası Süleyman Bey’e geri ödenmiştir.’ Körler, sağırlar ve vicdansızlar duysun.

NE ATATÜRK NE İNÖNÜ ÖRTÜLÜ ÖDENEĞİ KULLANDI

1927/ 14 Mayıs 1950 tarihine kadar kanunun var olmasına rağmen ne Atatürk ne de İsmet İnönü tarafından örtülü ödenekten tek kuruş kullanılmamıştır. Kullanılmadığı için de konu ile ilgili olarak ayrı bir bütçe oluşturulmasına gerek kalmamıştır. İsmet İnönü zamanında da zaten harp yılları olması nedeni ile ve ekonomik sıkıntılar nedeni ile böyle bir bütçe de oluşturulmamıştır.

Örtülü ödenek ilk defa Başbakan Adnan Menderes tarafından kullanılmış ve Yassı Ada mahkemelerinde de gündeme gelmiştir.

En son çıkan Damladaki Deniz adlı kitabımda da yazdım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk vefat ettiği sabah 10 Kasım 1938’de, tutulan tereke de pantolonunun cebinden 95 kuruş çıkmıştır.

ARKASINDA SADECE 95 KURUŞ NAKİT PARA BIRAKTI

Arkasında nakit para olarak 95 kuruş bırakmıştır. Mal varlığının tamamını devlete bağışlamış üzerinde bir tek taşınamaz mal kalmamıştır. Zaten hayatta iken dahi kendisine armağan edilen taşınmazların hepsini vefatından önce milletine ve devletine bağışlamıştır. Özel vasiyetnamesinde ise bilindiği gibi İş Bankası aracılığı ile Sabiha Gökçen’e Ülkü Adatepe’ye ve İsmet İnönü’nün çocuklarına tahsilleri için çok cüzi (100 TL) bir maaş bağlattırmıştır. Atatürk vefat ettiği gün cebinden çıkan 95 kuruşun dışında nakit bir kuruş dahi geride kalmamıştır.

Facebook Yorumları

Son Haberler