22.4 C
Karabük
26 Nisan Cuma 2024

Önce Özal’cı, sonra Erdoğan’cı ardından…

Mesleğin duayenlerinden gazeteci Nahit Duru, Güneş Gazetesi’nde Yayın yönetmeni olarak çalıştığı dönemde köşe yazarlığı yapan Çetin Altan ile ilgili bir anısını yazdı. Türk basınında Altan’ın ölümünden sonra düzülen methiyelerin tersine Duru, Altan’daki değişimi ve aralarında geçen  tartışmayı yazdı.

İşte Duru’nun yazısı

Mehmet Ali Yılmaz’ın sahibi olduğu dönemde Güneş Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliği görevini sürdürüyordum. Yazıişleri Müdürü ışıklar içinde yattığına inandığım – saygı duyduğum, ancak, akrabalık ilişkim olmayan soyaddaşım- Orhan Duru, Çetin Altan’ın pazar yazısının sakıncalı olduğunu söyledi.

25 Eylül’de yerel yönetimlerin öne alınmasına ilişkin referandum vardı. Yani pazar günü…

‘Evet’i benimseyenler beyaz, hayır oyu verecekler kahverengiye çalan renkte oy pusulası kullanacaklardı.Çetin Altan da zekasını kullanarak halkı etkilemeye yönelik bir yazı kaleme almıştı. 5-6 satırlık bir yazı.

Aklımda kaldığı kadarıyla, ”Bugün referandum var… Beyaz evet, hayır kahverengi… Kimi akını b…na karıştırır, kimi karıştırmaz..”dı özetle,.

Yazıyı hukuk işlerimize bakan değerli hukuk adamı Erdoğan Tuncer’e faksladık. O da yazının suç olduğunu belirterek yayınlamamamız gerektiği yönünde görüş bildirdi ve yazılı olarak da rapor edeceğini vurguladı.

Orhan ağabeyden, Çetin Altan’la konuşup, durumu anlatmasını, her pazar olduğu gibi eski yazılarından birini seçip göndermesini rica etmesini istedim.

Orhan ağabey konuşmuş olacak ki, Çetin Altan beni aradı ve: “Bu yazı girecek çocuk… Senin için iyi olmaz” diye bağırmaya başladı… Hukuk Danışmanımız Tuncer’in söylediklerini anlatmaya çalıştım. O, iyice kızmıştı:

“Ben Başbakan’a söz verdim bu yazı girecek… Yoksa …”

Ağıza alınmayacak biçimde sözler söylemeye başlayınca “Kime söz verdiysen gelsin yazıyı o yayınlasın. Ben burada olduğum sürece bu yazı girmeyecek.” dedim.

O, daha da sinirlenmişti, “Sen bittin… Masanı topla” diye bağırırken, telefonu kapattım.

O gün Genel Koordinatörümüz Sencer Güneşsoy yurtdışındaydı. Kendisi ile konuyu görüşme imkanı bulamamıştım. O, İstanbul’da olsaydı Çetin Altan’ı ikna edebilirdi… Çünkü, Çetin Altan’ın Güneş’e gelmesinde Güneşsoy’un önemli rolü vardı ve çok eski arkadaştılar.

Neyse, referandumda Özal hezimete uğramıştı..

Pazartesi sabahı Genel Koordinatörümüz Sencer Güneşsoy, ben ve Mehmet Ali Yılmaz sohbet ederken, telefon çaldı. Arayan Başbakan Turgut Özal’dı.

Konuşma başlayınca Yılmaz’ın sinirlendiğini gördük. Yanıtı kısaydı;

“Biri istedi diye, hiçbir arkadaşımın işine son vermem… Hem, gazeteyi gazeteciler yönetir.”

Anladık ki, Özal, Yılmaz’dan beni kovmasını istiyordu. Çetin Altan, Özal’a durumu aktarmış ve Mehmet Ali Yılmaz’a beni işten atması için telefon etmesini istemişti. Ancak, Özal da Çetin Altan da sert kayaya çarpmıştı.

Biz de dikkat kesilmiştik. Özal hırsını alamayıp tehdit etmeyi sürdürünce yanıtını da almıştı:

“Siz Başbakansanız, ben de Mehmet Ali Yılmaz’ım. Çok başbakan gördüm… “

Özal hırsını alamayıp tehdit etmeyi sürdürünce Yılmaz’dan yanıtını sert biçimde almıştı.

Bugün Mehmet Ali Yılmaz gibi gazete patronu var mı bilemiyorum.

Neyse, aynı Çetin Altan, yıllar sonra önce Erdoğan’cı, sonra, “yetmez ama evet”çi oldu çocukları ile birlikte. Sonra da çark edip, yeniden demokrat oldular. – ki geçmiş olsun –

Çetin Altan benim için 1988 yılının 24 Eylül Cumartesi günü, Özal’ın isteğiyle yazı yazdığı, dik duruşunu yitirdiği gün bitmişti. Beni kovdurmak istediği için değil, yalnızca, Özal’ın isteği ile yazı yazdığı için…

Yıllarca hayranı olduğum Çetin Altan’a bu başbakanın isteğiyle yazı yazmayı yakıştıramamış, o gün kafamdan silmiş, bir bakıma O’nu öldürmüştüm.

Çetin Altan’ı 1988’de kafamdan silmeseydim. 12 Eylül 2010’da “yetmez ama evet” dediği için yok sayacaktım, bir çok eski arkadaşımı – başta Hasan Cemal’i- yok saydığım, kafamdan sildiğim gibi.

“Tanrı günahlarını affetsin”

Kaynak: abcgazetesi.com

AYRICA ÇETİN ALTAN İÇİN MUZAFFER AYHAN KARA’NIN ODATV.COM’DA YAYINLANAN YAZISI

Çetin Altan’ı hayatımda hiç görmedim. Hiç karşılaşmadık. Ancak daha ilkokuldayken Akşam’daki yazılarını okumayı sökmüştüm. “Taş”lar bomba gibiydi! Bozuk düzene karşı da ilaç gibiydi. 1960’ların görece özgürlük ortamında soldan bahseden birisi olduğunu biliyordum. Hakkında bu yüzden çok davalar açıldığını da… Yanılmıyorsam solun o zamanki güçlü temsilcisi Türkiye İşçi Partisi (TİP) Altan’ı koruma altına almak için listesinden “bağımsız” olarak milletvekili adayı gösterdi. TİP, nispi temsil/milli bakiye-artık oy sistemiyle yapılan genel seçimlerden yüzde 3 oy almış ve 15 milletvekiliyle Meclis’te temsil edilmeye hak kazanmıştı. Ateşli konuşmalarını hazmedemeyen iktidardan dolayı Meclis kulisinde AP Grubunun feci bir saldırısına da uğrayarak bir gözünü kısmen kaybetmişti. Hatta o saldırıda bazı TİP ve CHP milletvekilleri saldırıya karşı duramasalar belki de çok daha vahim bir durum ortaya çıkabilirdi. Altan, 1965-1970 arasındaki o yılları “Ben Milletvekiliyken” adıyla önce tefrika etmiş sonra da kitap haline getirmişti.

12 MART’TA O DA DEVRİM’DEN TUTUKLANDI

12 Mart Muhtırası oklarını sola çevirmiş, o dönemde tutuklananlar arasında o da yer almıştı. 12 Mart’ı da “Büyük Gözaltı” ve “Bir Avuç Gökyüzü” romanlarında anlattı. Başka iki romanı ile çok sayıda makalelerden oluşan kitapları, ayrıca çok sayıda tiyatro eseri de var.

12 Mart’ta tutuklanmasına neden ise Doğan Avcıoğlu’nun yayımladığı ve başında olduğu Devrim gazetesinde yazmasıdır. TİP çizgisinden “Milli Demokratik Devrim” çizgisine kaymış, 9 Martçıları ezmek için gelen Tağmaç-Türün önderliğindeki Amerikancı-faşist darbe odağının şimşeğini çekmiştir.

12 Mart’tan çıkan Türkiye’de Çetin Altan’ın, merkez medyada kalem erbabı olarak gündelik politikanın daha dışında, gittikçe de uzaklaşan bir şekilde yer aldığını görüyoruz. 12 Eylül’de silikleştiğini, Özal hayranlığını ve sonrasında AKP’ye karşı çıkmadığını da tarih kaydetti. “Şeytanın Gör Dediği” köşesinde istediğini gördü, istediğini görmedi.

İlhan Selçuk’la da arkadaşlığını hiç bozmadı ama! İlhan Abi’nin ona çok önem verdiğini, masasında ve gönlünde yeri olduğunu biliyorum. Dostlukları mizaha yakınlıktandır ve elbette Devrim gazetesinde yollarının kesişmesindendir. İkisinin kalem erbabı olarak birbirini ezmemesi, dikkate alması basın tarihinin ilginç sayfalarındandır.

HANGİ ÇETİN ALTAN?

Çetin Altan’ın uzun meslek hayatında farklı portreler vardır. Şöyle anlatayım bunu: Oldukça uzun zaman önce Ayşe Arman’ın Hürriyet’teki ilk röportaj zamanlarındaydı yanılmıyorsam, bir kitapçı arkadaşımın dükkanındayken bana başvuruldu! Ayşe Arman, Çetin Altan’la röportaj yapacakmış… “Hangi Çetin Altan’la röportaj yapmak niyetindesin?” diye sorunca Arman şaşırdı. Biraz konuşunca çabucak algıladı meseleyi. Öyle ya… Sosyalist Çetin Altan’la mı, 1969’dan itibaren aldığı pozisyon itibarıyla Milli Demokratik Devrimci Çetin Altan’la mı, liberal Çetin Altan’la mı?.. Gündelik politikanın dışındaki Çetin Altan’la mı?.. Milletvekili çetin Altan’la mı?.. Gazeteci Çetin Altan’la mı? Romancı ve tiyatro yazarı Çetin Altan’la mı?.. Hangisiyle?..

BENİM ÇETİN ALTAN’IM

Ben Çetin Altan’ı henüz ilkokul sondan ortaokula doğru gittiğim zamanlardaki babamın eve getirdiği Akşam gazetesindeki haliyle hatırlayacağım hep. 12 Mart’ı anlattığı okuduğum romanlarıyla… Benim için Çetin Altan bu.

M. Ayhan Kara

 

 

 

1722

Facebook Yorumları

Son Haberler