Karabük çocuğu…
O, sabahları fabrikanın siren sesiyle uyanandır.
O ses, bir şehir için yalnızca bir mesai başlangıcı değil; yaşamın kalp atışıdır.
Evde kahvaltı sofrasında babasının iş elbiselerine sinmiş kömür kokusu, annesinin demlediği çayın buharına karışır.
Bir yanda dumanı tüten fabrika, diğer yanda umutla başlayan yeni bir gün.
Karabük çocuğu bilir ki; bu şehirde demir yalnızca ocakta değil, insanların karakterinde de pişer.
O yüzden dayanıklıdır, dirayetlidir.
Küçük yaşta öğrenir paylaşmayı, emeğin değerini, alın terinin kokusunu.
Okul dönüşü yolunu şaşırmaz; çünkü her sokak, her mahalle, her taş bir hikâyedir Karabük’te.
Yenişehir’in merdivenlerini tırmanırken, Kayabaşı’nın, Beşbinevler’in Kartaltepe’nin dik yokuşlarını çıkarken nefesini tutar ama pes etmez.
Hayat da öyledir çünkü — Karabük çocuğuna pes etmeyi kimse öğretmemiştir.
Cumartesi akşamları, babasıyla birlikte İşçi Lokalinde yapılan düğünlerin müziği gelir kulağına.
Bazı geceler fabrikanın bacasından çıkan kıvılcımlar yıldız sanılır gökyüzünde.
Oysa bilir, onlar demirin içindeki ateştir — tıpkı onun içindeki umut gibi.
Karabük çocuğu büyürken sadece okula değil, hayata da gider her sabah.
Bir gün okumak için başka şehirlere gideceğini hayal eder;
Ama nereye giderse gitsin, cebinde hep aynı şey vardır:
Karabük’ün ağır havası, samimi insanı, kokusu sinmiş çocukluğu.
Yıllar geçer…
O çocuklardan kimi mühendis olur, kimi öğretmen, kimi gazeteci, kimi iş insanı…
Kimisi memleketine geri döner, kimisi dönecek bir yer arar içten içe.
Ama nerede olursa olsun, bir gün Karabük adını duyduğunda
Bir fabrika sireni çalar kulaklarında, bir duman yükselir gözlerinin önünde…
Çünkü “Karabük Çocuğu” olmak bir adres değil, bir aidiyettir.
Bir yaşam biçimidir, bir bellektir.
Dünyanın neresine gidersen git,
Eğer içinde o demirin sıcaklığı, o fabrikanın sesi, o insanların samimiyeti varsa,
Sen hâlâ Karabük çocuğusun…
DEVAM EDECEK…



