Kayınbabam 93 yaşında… 15 gündür Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma hastanesinde yatıyor. Bir haftadır ağızdan gıda almıyor. Bu hastanın ölümü demek!
Benzer süreci daha geçen yıl önce babamda sonra annemde deneyimledim. Kayınbabamda damardan beslenmeye geçildi. Nereye kadar? En fazla 10 gün! Sonrasında beslenme için karın veya boğaz deliniyor.
15 gündür ülkenin sağlık hizmetlerinin içler acısı hâline tanık oluyorum. Hasta bakıcıyla hemşireyi, hemşireyle intern doktoru, intern doktorla uzman doktoru ayırt edemiyorum. Çünkü kılıkları ve kıyafetleri aynı.
Hemşirelerin büyük kısmı erkek. Sınıf öğretmeni nasıl kadın olmalıysa hemşire de kadın olmalıdır. Bunun zorunlu durumlar için istisnası olmalıdır. Bir kız, rondoda çekilmiş meyve püresi getiriyor. Yanında gözlüklerini ve giyimini kendisine çok yakıştırmış, çıtı pıtı bir kız daha var. Püre getirene, “Siz hemşire misiniz?” diye soruyorum. “Hayır! Yemekhane personeliyim!” diyor. Aynı soruyu yanındaki kıza soruyorum. O da “Hemşire değilim.” diyor. “Demek ki bu da yemekhane görevlisi.” diye mantık yürütüyorum. Kızlar gidince yan taraftaki hasta refakatçisi beni bilgilendiriyor. “Diğeri doktor” diyor. Az sonra kirli sakallı genç erkekler giriyorlar, damar yolu açıyorlar, serum takıyorlar. Hemşire olduklarını anlıyorum. Onlar da gidiyor. Az sonra kirli sakal birkaç genç daha geliyor. İçlerinden birine brifing veriyorlar/bilgilendirme yapıyorlar.
Bilgilendirme yapılan kirli sakallı ve şivesi olan genç, beni bilgilendiriyor. “Antibutik vereceğiz!” diyor. İçimden, “Antibiyotik diyemeyen insanları hemşire olarak almışlar!” diyorum. Onlar da gidiyor. Yan taraftaki bilge refakatçi tekrar beni bilgilendiriyor: “O konuştuğunuz doktordu.” diyor.
İstemsizce, “Nasıl yani?” diyorum. Zihnim bulanıklaşıyor. Kuşluk vakti birkaç kirli sakal erkek ve birkaç genç kız, manikürü ve bakımı dikkatimi çeken başka bir genç kıza refakatçi olarak ekip hâlinde hasta ziyaretine/viziteye geliyorlar. Mantık yürütüyorum. “Hemşireler, intern doktorlar yeni mezun bir doktora bilgilendirme yapıyorlar.” diyorum. Onlar da çıkıyorlar. Yandaki refakatçiye bakıyorum. Anlıyor, bilgilendirme beklediğimi. “O kadın profesör. Doktorlar ona bilgilendirme yaptılar.” diyor. Zihnimin yorulduğunu hissediyorum. Doktor dediğimiz kişi üzerinde önlükle, boynunda stetoskopla, önlük cebinde kalemle ve yanında birkaç önlüklü asistanla gelir, hasta yakınlarını güler yüzle karşılar, onları bilgilendirirdi. Şimdi ne hemşireyi ne doktoru ayırt edebiliyorum! Dün sabah bir delikanlı geldi. “Damar yolu açacağım!” dedi. Şırıngayı kabından çıkardı iğnesi yok!” gitti, yenisini alıp geldi. Birkaç kez iğne batırdı ama damarı bulamadı. Önce hemşire sandığım bu genç hakkında tahminimi hemen değiştirdim. “Bu iğne vurmasını ve damar yolu bulmasını beceremediğine göre kesin doktordur.!” dedim. Damar yolunu bulamayınca, “Ben hemşireyi çağırayım!” dedi. “Siz doktor musunuz?” dedim. “Evet!” dedi.
İşin özeti şu: Sokrates’in binası, sınıfı, sırası yoktu ama büyük bir hocaydı, Eflatun gibi bir öğrenci yetiştirdi. Dev gibi şehir hastaneleri, havaalanları yaparlarken, “Bunların içinde bir saat yürümek iyi bir tercih değil. Dünyada örnekleri yoktur. Doktorları küstürmeyin!” dedik. Biz uyardık uyarmasına da kulak veren oldu mu? “Giderlerse vardın gitsinler!” deyip işin içinden sıyrıldılar.
Gelinen nokta ne? İki üç katı fiyatına ihale alan firmaların, bozuk alet, enjektör satıp devleti zarara uğrattıkları bir harami düzende yaşıyoruz. Sorumluluk duygusuna sahip olmayan personellerle dolu her yer. Gündüzün ortasında yanık bırakılan ışıkları söndürmekten yoruldum. Kimsenin umurunda değil! Ülke sahte diplomayla çalkalanıyor. Biz de hastanede “antibutik” diyen doktorlarla muhatap oluyoruz!
Millî Mücadele yıllarındaki kadar umut ışığı yok!
Ancak karakterim itibariyle umutsuzluğu dillendirmeyi sevmiyorum.
Direnmeye devam edeceğiz ve kazanan millet olacak!
ALINTI: https://www.facebook.com/serefyilmaz67