29.6 C
Karabük
25 Nisan Perşembe 2024

Safranbolulu Kara Ali

17 Ağustos 1999. Yerin altının üstüne geldiği saatler. Yalova’da yalnız yaşayan emekli memur Sadık Kepekli ölümden kıl payı kurtulan depremzedelerdendir.
Yaşlı ve hasta haliyle kendini zar zor attığı dışarıda sabahladıktan sonra hayattaki tek sermayesi olan evine kontrol için geri döner. Orta derecede hasar gören daireye girer girmez aradığı ilk şey, amansız sarsıntıya dayanamayarak düşüp paramparça olmuş bir cam çerçevenin içindeki resimdir.

Sadık Kepekli resmi büyük bir itinayla yerden alarak bağrına basar. Çünkü bu resim, rahmetli babasının tek resmidir. Hayattaki en değerli hatırasıdır. Ancak bu resim, sadece ona ait değildir. Aslında her Türk vatandaşına mâlolmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın Anafartalar’da çekilmiş meşhur fotoğrafıdır. Sadık Kepekli’nin babası ise, Atatürk’ün yanı başında ön planda duran koca yüzlü neferden başkası değildir. Hani hepimizin simasına ailedenmiş gibi âşinâ olduğu, ama belki de çoğumuzun kim bu adam diye merak bile etmediği meçhul kahraman

Hey gidi günler hey

‘Şu aslan parçasını görüyor musun?’ diyor Sadık Kepekli babasının resmini göstererek. Nefes darlığından dolayı ağır ağır konuşabiliyor, ancak hâfızası hâlâ yerinde. ‘Buba, buba’ diye babasının ayağına dolaştığı günler bile geliyor aklına. Derin bir iç çekiyor: ‘Hey gidi günler hey’.

Yer Safranbolu. Büyük seferberlik sonrası. İzzetpaşa Mahallesi’nden yıllar önce harbe giden 16 delikanlıdan sadece ikisi dönebiliyor memleketine. Bunlardan biri Kasap Kara Ali, yani bizim kahramanımız.

Tam 12 yılı cephelerde geçmiştir Kara Ali’nin. Gidenin gelmediği Yemen’den, Galiçya’dan sağ çıkmış, Çanakkale’de düşmana geçit vermemiş ve en nihayet terhis olmuştur. Ancak savaş biter mi hiç? Bir anda kendini ekmek kavgasının içinde buluverir yorgun savaşçı. Dile kolay. Tam 12 yıl o cephe senin bu cephe benim dolaşacaksın, gençliğin eriyip gidecek ve bir gün savaş bittiğinde acı gerçekle karşılaşacaksın: Ne bir işin, ne de bir eşin var

Zengin çocukları o dönemde bedel ödeyip askerlikten sıyırmışlar. Fakir çocukları ise kendini cephede bulmuş. ‘Biz yıllarca süngü salladık, onlar kucak salladı’ diye zenginlere kızarmış Kara Ali. Bu yüzden bazılarına selam bile vermezmiş. Fakirleri canından bezdiren vergi tahsildarları ve halkı ezen yöneticiler de Kara Ali’nin sinkafsız küfürlerinden nasibini alırmış: ‘Sizi gidi morfin herifler sizi!’

Yarı yolda hayata başlamak

Kara Ali, yüreği gibi bileği de güçlü bir adam. Alıyor kasaturayı eline, baba mesleği kasaplığa soyunuyor 35’inden sonra. O günden sonra lakabı Kasap Kara Ali oluyor. Ya da Safranbolu ağzıyla Kasap Kareli.

Soyadı kanunu çıkınca Kepeklioğlu sülalesinden Kara Ali’ye ‘Bu soyadı uzun olur, kısalt’ diyorlar. Kepekli soyadını alarak ‘oğul’suz kalıyor Kara Ali. Kaybedilen “oğlu” kazanmak gerek. Kaybedilen zamanı telafi gerek. Helalinden üç beş lirayı bir kenara koyan Kareli, başlıyor kendine bir kız aramaya.

‘At üstünde küfelik halde kapının önünden geçen ve nâralar atan bu adamı tülün arkasından gülerek izler, bir gün onunla evleneceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi’ dermiş hep Sadık Kepekli’nin rahmetli annesi Emine Hanım. Hikaye içinde hikayedir Emine Hanımınki. Safranbolulu rençper babası İsmail Ağa tarafından çocuk sahibi olamayan amcası Yüzbaşı Sadık’a bebekken evlatlık verilmiştir. Osmanlı zabiti Sadık Yüzbaşı uzun süre Balkanlarda görev yaptıktan sonra emekliliğinde Safranbolu’ya yerleşir. Kader, bir asilzade gibi yetişmiş olan Emine’yi köylü kasap Kara Ali’ye zevce yazmıştır.

‘Babam içkiye savaşta alışmış. Askerler donmasın diye cephede bol bol içki verirlermiş. Bir daha da bırakamamış’ diyor Sadık Kepekli. ‘Tüh canına yandığımın dünyası’ der, kimseye zarar vermeden dükkanında yalnız başına demlenirmiş babası. İçtikten sonra ciddi yüzü biraz yumuşarmış. Konuştu mu tok sesi insanın içine işlermiş. Bağırdı mı ise herkes kaçacak delik ararmış.

Gazi’yle omuz omuza

Fazla lakırdıyı sevmezmiş Kara Ali. Ama komşular ‘Ali Dayı, hele bize biraz seferberliği anlat’ deyince onları kıramazmış. Hatıraların mareşali ise tabii ki Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla yaşananlar..

Gazi Paşa’nın komutanlık yaptığı Yıldırım Orduları’nda görev yapan Kara Ali, Anafartalar’da bir ara Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında savaşan yiğitler arasına alınır. İşte o meşhur fotoğraf bu dönemde çekilir.

Gazi birliğini sık sık teftiş eder, nasihat verirmiş. ‘Kaşınızı öyle çatacaksınız ki düşman sizi görünce bakışınızdan kaçacak yer arayacak’ dermiş. Anadan doğma çatık kaşlı esmer bir Anadolu yiğidi teftişte paşanın dikkatini çekmiş.

‘Senin adın ne?’ diye sormuş Gazi.

‘Ali kumandanım’ diye kükremiş bizimkisi.

‘Senin adın bundan böyle Kara Ali olsun’ diye buyurmuş paşa. Ve o günden sonra bu lakabı şerefle taşımış Kara Ali.

Gazi Paşa’nın seziş kabiliyetini çok övermiş Kara Ali. Adamın gözüne bir baktı mı, nasıl biri olduğunu anlarmış paşa. Askerlere babacan tavırlarla en çok ‘Evli misin?’ diye sorarmış. Evlilere de kaç çocukları olduğunu sorar, çocuk sayısı oranında gür bir sesle ‘Aferin’ dermiş; ‘Onları da kendiniz gibi asker yetiştireceksiniz.’

Kalealtı ilkokulunda birinci sınıfa giden küçük Sadık, Atatürk’ün ölüm haberini babasına verdiğinde Kasap Kara Ali şöyle bir dalar ve kalın dudaklarından şu sözler dökülür: ‘Hey gidi Gazi Paşa hey. Sen de mi rahmetli oldun.’

Savaş maceraları

Askerde çok çekmiş Kara Ali. Bir süre topçu olarak görev yapmış. Ağır mermileri topun ağzına süre süre fıtık olmuş. Daha sonra telli muhabere olan Kara Ali’nin ayakları donma tehlikesi geçirmiş. Bu yüzden yaşı ilerledikçe koşamaz olmuş. Çanakkale’de kolundan ve bacağından kurşun yarası almış. Ayrıca alnında bir şarapnel parçasının eseri olan kocaman bir oyuk varmış.

Kara Ali, Yemen’de esir de düşmüş. İngilizler esirleri teker teker arayıp altınlarına el koyuyormuş. Türk askerleri madeni paralarını yutar, hacetten çıktıkça yeniden yutarak sürekli bağırsaklarında muhafaza ederlermiş. Kara Ali ise paraları ayak parmaklarının arasına sıkıştırmış ve bezle sıkıca sarmış. Teftişten geçerken ayaklarını çöl kumunun içine iyice sokuyormuş. İngilizler ayaklarına bakmayı akıl edememişler.

İngilizlerle savaşa savaşa büyük bir İngiliz düşmanı olan Kara Ali savaştan yıllar sonra Karabük’e Demir Çelik Fabrikası’nı tesis etmek için iki İngiliz’in geldiğini duyar. Kapar kasaturasını, İngilizlerin bulunduğu meyhanenin önüne giderek nâra atmaya başlar:

‘Beni burda da mı buldunuz lan ağzını kestiğimin hırlanbozları! Tez çıkın dışarıya!’

Güçlükle teskin ederler yaralı aslanı. Aslan ki ne aslan..1.75 boyu, koca kafası ve elleri, özel ayakkabıya ancak sığan ayakları, yıldırım çakan kahverengi gözleriyle kim bilir kaç ‘gâvur’un kâbusu olmuştur Kara Ali.

Minare Ali’nin oğlu

Biricik çocuğu Sadık 1931’de doğduktan sonra, kendi yaşayamadıklarını ona yaşatmak için elinden geleni yapar Kasap Kara Ali. ‘Ben bu oğlanın düğününü göremem. Bari sünnetini düğün gibi yapayım’ der. Tellal İbrahim’in bahçesinde şehzadelere layık bir sünnet şöleni verir. Lacivert takımı, beyaz mintanı, vişne rengi ipek kuşağı, ökçeli siyah rugan kundurası ve dazlak başını örten kasketini kuşanır, çıkar meydana. Şarapnelle oyulmuş, helal kazançla parlamış alnı açık, başı diktir.

Oğlunun geleceği için evde tahta döşemenin altında banknot biriktiren Kara Ali birgün bakar ki ne görsün? Paradan eser kalmamış. Çünkü fareler et kokan kağıt paraların izini bulup yemiş. İşte o günden sonra bir türlü belini doğrultamaz.

1944’ün Haziran ayında bir cuma günü çok sevdiği Atatürk’le aynı yaşlarda vefat ettiğinde arkasında dul bir eş, 13 yaşında bir oğlan bırakmıştır. Tıpkı kendisi 13 yaşındayken vefat eden babası Ali gibi, Kara Ali’den de biricik oğlu Sadık’a miras kalan, birkaç kasap bıçağı ile yetim kaderidir.

O andan sonra hayat, Sadık Kepekli’yi kurumuş bir yaprak gibi önünde sürükleyecektir. Akraba umuduna kalacak, okuyamayacak, uzun yıllar işşiz ve aşsız dolaşacak ve en nihayet Karabük Belediyesi’nde küçük bir memuriyet bulabilecektir.

‘Babam bana hep yalan söylememeyi telkin ederdi’ diyor Sadık Kepekli.

Zaten babasının bir diğer lakabı da Minare Ali imiş. Yani minare gibi dosdoğru..

‘Ama ben belediyede yalan söylemeyi öğrendim…’

Haksızlıklardan, yolsuzluklardan bunalan, fakat ekmek parası için bunlara ses çıkaramayan birçok dürüst memur gibi o da teselliyi içkide bulmuş. Seferberlikten dolayı 43’ünde evlenebilen Kara Ali’nin oğlu Sadık, geçim seferberliğinden dolayı ancak 37’sinde dünya evine girebilecektir. Hayatında annesinden sonraki en önemli kadın olan eşi Sebahat Hanım, ona bir kız evlat da verecektir. Tam kimsesizlik çemberini kırdım derken, amansız bir kansere yakalanan çok sevgili hanımını bir müddet sonra kaybedecektir.

Kan borcu

Hikayenin bu kısmına gelince yutkundu Sadık Kepekli. Gözleri şöyle bir daldı: ‘Şimdi sana hiç unutamayacağım bir hatıramı anlatacağım’ dedi.

Sebahat Hanım İstanbul’da hastanede yatmaktadır. Acele kan gerekmektedir. Cebindeki son parayla adım adım tüm hastaneleri dolaşır Sadık Kepekli. Derde derman bir damla kan bulamaz. Son çare olarak Kasımpaşa’daki askeri hastanenin kapısını çalar. Bir hemşireye yalvarır, fakat nafile. Tam hastaneden ayrılırken tesadüfen kan işiyle ilgilen bir astsubayla karşılaşır. Bir belge göstermek üzere cüzdanını çıkardığında astsubayın gözü yanından hiç eksik etmediği Anafartalar fotoğrafına ilişir. ‘Bu fotoğrafı niye taşıyorsun?’ diye sorar astsubay. ‘Bu benim babamım resmi’ der Sadık Kepekli. Astsubay’ın gözleri dolar. ‘Niye bunu daha önce söylemedin amca? Bundan böyle ne zaman kana ihtiyacın olursa gelebilirsin’ der. Öyle ya, Gazi’yle omuz omuza savaşarak kan veren birisinin oğlundan hangi asker kan esirgeyebilir ki?

Gazi torununun başörtüsü çilesi

Babasının Atatürk’le ilişkisini kendi lehine kullanmayı aklına bile getirmeyecek kadar temiz bir Anadolu çocuğudur Sadık Kepekli. Türkiye’ye ömrünü feda eden, ama bu ülkenin nimetlerinden adilce istifade edemeyen sessiz çoğunluktan biridir. Eşinin vefatından sonra 17’sinde yetim kalan kızı Nilgün, Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kazanınca çok sevinir. Belki kızı mâkûs talihi yenecek, dedesinin ve babasının yapamadıklarını gerçekleştirecektir. Ama bu sefer de bir başka cepheden gelir darbe. Nilgün, kendi tercihiyle sonradan örttüğü başörtüsü nedeniyle binbir hakarete uğrayıp okulunu terketmek zorunda kalır.

Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemez Sadık Kepekli. Neden böyle olduğunu da bir türlü aklı almaz. En çok da bu zulmün Atatürk adı arkasına sığınılarak yapılmasına anlam veremez. Gazi babasının Anafartalar’da canını siper ettiği Atatürk adına…

‘Kara Ali yaşasaydı bu durum karşısında ne yapardı?’ diye soruyorum Sadık Kepekli’ye. ‘Köpürürdü’ diye cevap veriyor hiç duraksamadan, ‘Sizi gidi morfin herifler sizi!’ der, üzerlerine yürürdü. Tıpkı 20. yüzyılın başında bu ülke için elini taşın altına koymayan, kendi çocuklarına bedel ödeyerek askerden kaçıran, Kara Ali gibi fakir kimsesiz Anadolu evlatlarını ise yıllarca cephelerde süründüren eski devrin kodamanlarına dediği gibi…

Evet, kızının üniversiteden mezuniyetini göremez Sadık Kepekli. Ancak Allah mürüvvetini görmeyi nasip eder. Ve Yalova’daki depremden sonra Amerika’da bulunan kızı ve damadının yanında yaşamaya başlar.

Bugün hayattaki en büyük zevki, rahatsızlığından dolayı neredeyse sürekli oturduğu koltuğun tam karşısında ömrünün en büyük ‘şeref madalyası’ olarak asılı duran babasının resmine bakıp hatıraları yadetmek. Ve beş yaşındaki torunu ‘Mehmet’çiğin başını okşamak.

En büyük arzusu ise, babasının adını tarih kitaplarında Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla yanyana görebilmek..

Bunca teferruatı da nereden mi biliyorum? Çünkü ben onun damadıyım!

Ali Aslan 25 Kasım 2000

8604

Facebook Yorumları

Son Haberler