20.5 C
Karabük
26 Nisan Cuma 2024

İç savaşa dönüşen deli bir hırs

Fransız gazeteci Thierry Meyssan’in 3 Ağustos 2015 tarihli yazısından önemli görülen bölümler Türkçeye çevrilmiştir. Bire-bir tercüme değildir. Thierry’nin yazısı bir suç duyurusu niteliğindedir.

2011 yılında Amerika’nin kontrölünde İngiltere ve Fransa Libya ve Suriye’ye karşı savaş başlatır. Başlarda Türkiye bu savaşa karşıdır. Ancak Fransa, Mart 2011’de Fransız Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin gizli önerisini Turkiye’ye iletir. Bugün bile gizliliğini koruyan öneri/plan şöyledir: Eğer Türkiye Fransa’nın Libya ve Suriye’deki savaşına Fransa ile aynı saflarda yerini alırsa, Fransa Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına destek verecek ve Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesinde yardımcı olacak.

Ancak takip eden iki senelik sure zarfında New York Times gazetesinde Robin Wright tarafından bölgenin olası bir haritasi yayımlanır. Bu haritada artık bir Kürdistan devleti vardır ve sınırları Irak ve Suriye’nin kuzeyini ve Türkiye’nin de güneyini kapsamaktadır. Bu haritaya destek verenlerse Birleşik Arap Emirliği, Irak Kürdistan Devleti, ve Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olan kimi eski Saddam Huseyin’in işbirlikçileridir.

Böylelikle Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppé ve zamanın Türkiye Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu tarafından imzalanan anlaşma gereği Fransa’nın Ortadoğudaki sınırları değiştirme isteği hiç bir şüpheye yer vermiyecek şekilde ortaya çıkar. Katar’ın da Türkiye’ye parasal yardım etmeyi kabul etmesiyle İslami teröristlerle bağlantı ve desteğe geçilir. Güyya Türk Kürtleri PKK’yı terkedeceklerdir.

Juppé ve Davutoğlu tarafından imzalanan bu gizli anlaşma, Fransız ve Türkiye Cumhurıyeti parlemento üyelerinin eline geçmesi halinde, Juppe ve Davvutoğlu’un insanlığa karşı işledikleri suçtan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaları mümkün olacaktır.

Olaylara genel bakış

Genel inanış Kürtlerin hepsinin aynı pencereden baktığıdır. Ancak bakış açıları biraz farklılık gösterir. Şöyleki, Türkiye’ye Asala’dan sonra musallat edilen PKK ve Suriye’deki PYD, Marksist-Leninist yani anti-emperyalist görüşü savunurken Iraklı Kürtler İsrail bağlantılı ABD yanlısıdır.

Bu arada Recep Tayyip Erdoğan Amerikan’nın goygoyuna gelerek Arap dünyasında bir Türk modeli oluşturma sevdasına düşer. Güyya Türkiye, Ortadoğu’nun merkezi olacaktır. Bundan dolayıdır ki Erdoğan NATO’nun Müslüman Kardeşler AfriCom projesini destekler. AKP Hükümeti hemen Libya’daki çoğunlukla Adghams olarak bilinen Osmanlı İmparatorluğundaki Yahudi askerlerinin torunlarını ve siyahi köle soyundan gelen göçebe tüccarlar ile temasa geçer ve onları Trablus’a saldırmak için harekete geçirir. Bu grup El Kaide tarafından yetiştirilmiş bölgedeki en yetenekli terörist grubudur.

Aynı zamanda Ankara Hükümeti Ağustos 2011’de İstanbul’da Suriye Esad Hükümetine karşı muhalif olan gruplarla toplantılar düzenler. Yine 2011 yılının Ekim ayında Müslüman Kardeşlerin yönetimi altına giren bu Suriye muhalifleri Suriye Ulusal Konseyini Türkiye topraklarında kurarlar.

NATO Suriye işgalinden vazgeçer
AKP Hükümeti, NATO’nun Libya’da izlediği yolu Suriye’de de izleyeceğini sanır. Ancak Uluslararası basın kampanyası ve her şeyden önce, Moskova ve Bejing, Libya’da olan bitenden çok rahatsız oldmuşlardır. Suriyelileri kendi hükümetlerinden koruma bahanesi ile ortalığı karıştırmayı planlayan Güvenlik Konseyine karşı çıkarlar (Ekim 2011, Şubat ve Temmuz 2012).

İlerliyen zaman içinde ABD ve İngiltere planlanan oyundan kendilerini geri çekerler fakat Fransa ve Türkiye hala oyunun başarı ile devam ettirilebileceğini düşünürler. Hatta Eylül 2012’de Suriye’nin Dışişleri Bakanı Velid Mouallem ve Cumhurbaşkanı Bachar el-Esad için suikast planları bile yapılır. Bu arada 18 Temmuz 2012’de Şam’daki Ravza Meydanında bulunan Şam Ulusal Güvenlık karargahının bombalanması sonucu Suriye’nin bazı üst düzey askeri ve güvenlik görevlileri ölür ve yaralanır. Ölenler arasında Suriye Savunma Bakanı ve Bakan Yardımcısı da bulunmaktadır.

Bu suikasta misilleme olarak yine Temmuz 2012’de Riyad’da bir patlama olur ki bu patlamada Suudi İstihbarat Şefi Prens Bandar ben Sultan ağır yaralanır ve uluslararası cihatcı birliğini öksüz bırakır. Prens Bandar ben Sultan’nın sahneyi terk etmesiyle Recep Tayyip Erdoğan bu sefer El Kaide’nin gizli finansörü olan Yasin el Kadı ile yakın temasa geçer. Ankara’da gizli olarak birkaç kez buluşurlar. Yasin el Kadı bir dizi cihadcı grupların denetlenmesi görevini üstlenir.

Ocak 2013’e gelindiğinde, Fransa Mali’ye müdahale eder ve bir kaç lejyonerini Suriye’de bırakarak geri çekilir. Böylelkle kara operasyonunda Türkiye yalnız bırakılmıştır. Kısa bir süre sonra Rusya’nın ihbari ile ABD kendi ekonomik çıkarlarına zarar verdiği gerekçesiyle Katar Emiri şeh Ahmed’i istifaya zorlar. Erdoğan ise önüne gelen tüm NATO üyesi ülkelerine ABD’nin Rus ve Çin vetolarına rağmen Şam’a saldıracağını söyler. Karışıklıktan yararlanmak isteyen Erdoğan Suriye’yi talan etmeye başlar; Halep’deki fabrikalar söktürlür, makina alet ve edavatları çalınır, Suriye’nin tarihi hazinesi olan arkeolojik yapıtlar çalınır ve Antakya’da kurulan uluslararası pazarda satılmaya başlanır. Bunlarla kalmayıp NATO’yu devreye sokmak için False Flag olarak adlandırılan sahte operasyona girişir. 2013 yılının Ağustos ayında Fransız generali Benoît Puga’nın yardımıyla Şam-Ghoutta’da kimyasal silah kullanılır. Fakat İngiltere sahte operasyonu görür ve müdehale etmeyi red eder.

AKP Hükümeti Türkiye’yi “Wright planı” olarak bilinen etnik temizlik ve Irak ve Suriye’nin bölünmesi operasyon katmıştır. PKK, MİT’in Amman’da ISIS ile yaptığı toplantının ve alınan kararların tutanaklarını ele geçirir. Wright planı Juppé planının bir kopyası olup Türkiye’yi savaşa sokmak için ikna planıdır. Yemi yutan Erdoğan bizzat kendisi terör örgütünün kamutanlığını alarak ISIS’a silah tedarik eder ve ISIS’ın petrol satışını da sağlar.

ABD ve Tahran arasındaki görüşmeleri endişeyle izleyen AKP Hükümeti Rusya ile gaz boru hattı projesine girer. Ancak İran ile olan ilişkilerden çekinilmektedir. Hasan Rohani ile yapılan ikili temaslarda, İran ortada çekinilecek bir durum olmadığını söyler fakat anlaşmanın 14 Temmuz 2015 tarihinde imzalanmasından sonra bölgede artık Türkiye’nin stratejik önemi kalmamıştır. 24 Temmuz 2015’de Erdoğan Başkan Obama’dan bir ültimatom alır:
1) Rus gaz boru hattı projesinden geri adım at,
2) ISIS’ı desteklemeyi bırak ve onlara karşı savaşa gir.

Obama, her ne kadar NATO anlaşma maddelerinde olmasa da İngiltere ile yapılan toplantıda Türkiye’nin NATO’dan ihraç edilmesi konusunda Erdoğan’a baskı yapar. Böylelikle NATO’nun yani ABD’nin kullanması için İncirlik askeri üssü NATO’ya açılır.

ISIS’e karşı operasyon yapan General John Allen ile görüşülür ve operasyonun adı Obama’nın önerisi doğrultusunda terörle mücadeledir. General Allen, Türkiye ve Suriye arasında güyya Suriyeli mülteciler için 90 millik uçuşa yasak bölge oluşturmaya söz verir. Güyya diyoruz çünki burda önemli olan Suriyeli mülteciler değil Juppe-Wright planıdır.

Bugünlerde TSK’nin yakından çalıştığı General John Allen’dan bahsetmekte fayda var. General John Allen, General David Petraeus, ve zamanın Dişişleri Bakanı Hillary Clinton üçlüsü Haziran 2012 yılında Yakın Doğu’daki barışı sağlamak adına ABD ve Rusya arasındaki Cenevre anlaşmasını sabote etmek isterler. Sözüm ona Suriye’de barış sağlanmak isteniyordur ama konferansa nedense Suriye davet edilmemiştir. Hal böyle olunca ABD’li muhafazakarlar ve libareller tarafından kabul edilmez.

Clinton, Allen, ve Petraeus bu sefer yeni Fransız Cumhurbaşkanı Fraçois Hollande ve Dışişleri Bakanı Laurent Fabıus’dan Cenevre anlaşmasını red ederek “Suriye’nin Dostları” adı altında bir konferans düzenlemesini isterler. Bu arada Obama kendi seçim kampanyası ile uğraşıyordur ve fazla ilgilenememiştir. Ancak seçimler biter bitmez General John Allen ve David Petraeus hakkında birden sex skandalı haberi ortalığı sarsar. Hillary Clinton bir kaç hafta daha görevde kalır ve kaza bahanesiyle görevinden istifa eder. İlerleyen günlerde kabak sadece General Petraeus’un başında patlar, General Allen ve Clinton zeytin yağı gibi su yüzüne çıkıp aklanırlar. Hatta malumunuz üzre Hillary Clinton şimdi başkanlık yarışındadır.

Clinton, Allen, ve Petraeus üçlüsünün 2014 yılı Aralık ayındaki Moskova Konferansını tekrar sabotaj ettiğini görüyoruz. Üçlü Müslüman Kardeşlere “Juppe-Wright” planını tekrar devreye sokma sözü verirken Suriye Ulusal Koalisyon’un barış yolunda adım atmayacağına dair ikna ederler. Böylelikle bir sonraki bölümde Suriye’de bir rejim değişikliği yerine Suriye’de taş üstünde taş bırakılmayacağı yönündedir. .

Gelelim Başkan Obama’nın son aylarda gerçekleşen Afrika gezisine. Gezide Obama, General Allen ile resmi bir bağlantı içinde olduklarını yalanlar ve Türkiye’nin PKK’ya müdahale hakkını tanıdığını ancak Türkiye’nin sınırları haricindeki operasyonlarını kınadını beyan eder. Akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, terörle mücadele adı altında Atlantik Konseyini acilen toplantıya çağırır. Türkiye’nin terörle yani ISIS ve PKK ile mücadelesi hakkında bilgi verilir. Temmuz 29’da NATO müttefikleri, Türkiye’nin operasyonunu bir nevi şartlı olarak tanıdıklarını ifade ettiler. Eğer PKK, TSK’ne karşı bir operasyon içinde değillerse PKK ile mücadele ediyoruz diye Irak ve Surıye’yi bombalayamazsınız derler.

Şimdilerde ortada dolaşan konuysa Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde Irak ve Suriye’yi bombalamasının hiç bir Uluslararası hukuka dayanmadığıdır. Surıye ve Irak, TSK’nin kendi topraklarına yaptığı operasyonu bir saldırı olarak nitelendirmekte ve kınamaktadırlar. ABD’ye göre ise PKK ve Suriye Arap Ordusunun karadan müdahalesi ancak ISIS’ı durdurabilir.

Katar ve Fransa’nın kısmen geri çekilmesine rağmen, AKP Hükümeti PKK’ya müdahale ederek hala “Juppe-Wright” planını devam ettirmek istemesi ile yorumlanmaktadır. Ancak diğer taraftan Israil ve Suudi Arabistan, Irak ve Suriye topraklarında bir Kürdistan ve Sünni devletlerinin kurulması fikrinden vaz geçerle. Sebep olarak da eğer bu iki devlet kurulursa bu devletlerin Türkiye’nin kontrolu aldında olacakları böyleliklede Türkiye’nin bölgede çok büyüyeceği inancıdır. Suudi Arabistan ve Israil konu hakkında anlaşmaya varmışlar ve hatta Marksist olmalarına rağmen PKK’ya yardım etmekte anlaşmışlardır. Ayrıca Israil Yunanistan’dan Alexis Tsipras ve Kıbrıs’dan Nikos Anastasiadis ile temasa bile geçmişlerdir.

Recep Tayyip Erdoğan tek siyasi çıkış çareyi iç savaşıda görmektedir. Genel seçimlerde kaybeden Erdoğan, CHP ile oluşturulmak istenen koalisyon hükümetini engellemektedir. Amacı MHP yanlılarını kendi tarafına çekip AKP-MHP koalisyonunu oluşturmak yada kazanabileceği şekilde ayarlanmış yeni bir seçim istemektedir. 90’lardaki iç savaş şimdilerde çıkacak olan iç savaş ile karşılaştırılamıyacak boyutta kanlı geçecektir. Türk Halkını Laikçiler/İslamcılar, Gelenekçiler/Çağdaşçılar, Sünniler/Aleviler, Türkler/Kürtler
diye bölen bu İslamcı politikalar sayesinde Türkiye’nin sınırında da dost ülke bırakmamıştır.

Clinton, Juppe, Erdoğan, Daesh ve PKK
http://www.voltairenet.org/article188337.html

 

1450

Facebook Yorumları

Son Haberler